25 Nisan 2012 Çarşamba

Esir kuşlar -Andrea De Carlo

Önsözden :
Andrea de carlo, en tanınmış İtalyan romancılarından biridir. Özellikle gençler tarafından sevilir.
Esir kuşlar, 1982 yılında basılmış bir romandır. Konusu kafesler ve kaçışlardır. 80’li yıllar İtalyan toplumunu iyi yönde değiştirmek isteyenler için kabus dolu yıllar oldu. Herhangi bir şey değiştirmek imkansız görünüyordu. Bu yıllar tüketim çağının en kaba şekillerinin yaygınlık kazandığı zamanlardı. Yozlaşma ve çıkarcılık giderek daha yüzsüz bir hal alıyordu.
Dolayısıyla dönemin İtalyan film ve romanlarının pek çoğunda karakterlerin bir kaçış içinde olduğu görülür. İtalya’dan, gündelik hayatlarından, kendilerinden kaçmaktadırlar. Ya da bazen kendi şehirlerinden.
Ayrıca De Carlo tecrübeli bir fotoğrafçıdır. Ve üslubu sinematografik değil, açıkça fotoğrafiktir.

Arka kapaktan :
Kaçış : hayatı bir kafeste yaşar gibi sürdüren insanların, giderek anlamsızlaşan dünyaya gösterdikleri tepkilerden biri..
Andrea de carlo’nun “Esir Kuşlar” ı gündelik hayatlarından, yaşadıkları çevreden, hatta kendilerinden kaçıyorlar.

Altı çizilenler :
* Bir durumun dengesinin tehlikeli bir biçimde bozulduğunu gördüğümde ağırlığımı bir taraftan ötekine kaydırıp dengeyi tekrar sağlamaya çalışmam. Tam tersine çabucak atlayıp kurtulmak bana daha doğru gelir.
* Bir ara Malaidina, “Biliyor musun bu evler gerçek birer enerji kafesi. Çünkü üstten, alttan her tarafı kapalı ve yaydığın enerjinin çıkış yolu yok, bu yüzden sana geri dönüyor. Sonunda ya hastalanıyorsun ya da deliriyorsun veya kimseyle bağ kuramayacak kadar gergin ve sinirli oluyorsun.” diyor.
* Gözlerimiz birbirine kilitleniyor ve manyetik alanlarımız bir anda birleşiyor ve düşünceler ve hareketler ve eller ve parmaklar hiç karşı koymaksızın emilmeye bırakıyorlar kendilerini, birbirleri içinde çözünüyorlar.
.. “ve şimdi Liberya’ya mı gönderiliyorsun? diyor.
* “seni bir kez bulduktan sonra hiçbir yere gönderilmeme imkan yok. İstediğimiz yere beraber gidebiliriz. Eğer istersen Fransız Polinezyası’ndaki bir adaya gideriz.” diyorum.
“saçmalama” diyor. “adada nasıl yaşarsın? Artık her ay ağabeyine bir çek göndertirsin.”
“bir yolunu buluruz.” Diyorum. “ ama şimdi bunu düşünmek gülünç olur. Bir olayı içinde olmadan, bütün yönleriyle incelemeden ve bütün zorluklarını farklı ışıklar altında gözlemeden düşünmek gülünçtür.”

*  “belki birbirimize sen diye hitap etmeliyiz. Ne zaman biri bana siz dese o kişi sanki başkasıyla konuşuyormuş gibi geliyor, arkama dönüp o kişiyi arıyorum.”
                              ---------------------------------------
Benden :
Kitabın kapağında kafeste bir kuş resmi var. Bana acı veren görüntülerden biridir. kafesteki kuş resmi. Özgürlüğün simgesi kuşlar. Yeryüzünü bir uçtan bir uca özgürce dolaşan güzel canlılar.


Ben, hayvanat bahçeleri ismi verilen yerlerde çok sıkılırım. Hayvanların  doğal yaşam alanlarından koparılıp kafeslere kapatıldığı ve insanların seyredip eğlenebildikleri bu yerler bana çok vahşi ve çirkin gelir. Birkaç yıl önce çocuklarımın ısrarıyla gittiğimiz hayvanat bahçesinde çocuklarım ve diğer insanlar eğlenirken, şen kahkahalar atarken ben hiç eğlenemiyordum.  Hayvanların gözlerindeki acıyı çaresizliği görüyordum. Bunu insanlar göremiyorlar mı diye düşünüyordum kendi kendime. Bende mi tuhaflık var insanlar mı tuhaf bilmiyorum…
Kitabı ilk elime aldığımda biraz isteksiz almıştım. Kitabı okurken nerdeyse yarıya kadar olan kısımlarında pek etkilendiğimi söyleyemem. Kitap, düşkızı’nın  (http://duskizi.blogspot.com/) deyimiyle  elimde süründü benimde. Sonraları okudukça sardı. Asıl, kitabın sonlarına doğru ve bitince hoşuma gittiğini fark ettim.
Sonra düşündümde acaba şundan olabilir mi diye; Baş kısımlarında kafesler var sonlarda aşk ve özgürlük .. belki ondandır. J
Kitabı okurken,  önsözde belirtildiği gibi günlük yaşamı ard arda çekilen fotoğraflardan izliyormuş gibi geliyor.
Romanın başkahramanı Fiodor, aynı zamanda romanın anlatıcısı.
21 yaşlarında bir genç Fiodor Barna. İlgi alanı müzik ve kuşlar. Gitar çalıyor. Geçimini müzikten karşılıyor.

Romanı okudukça fiodor’u sevdim. Özgürlük tutkusuna, serseriliğine imrendim.
Babasının ısrarıyla ağabeyi Leo’nun başında olduğu şirketin Milano bürosunda çalışmaya başlıyor. Müzikten kazandığının 20 misli maaş, güzel konforlu lüks bir ev. Kendisine adeta altın tepside sunulan güzel bir iş. Patronun kardeşi olduğu için herkes kendisine saygı gösteriyor.  Ama O yine isteksiz ve keyifsiz. Mutlu değil, böyle bir yaşamı sevmiyor.
Aşık olduğu bir kız var, Malaidina. bıkmadan usanmadan onu arıyor ona kavuşmak istiyor. Onunla yaşamak istiyor. Deli gibi arıyor ve buluyor onu. Nasıl geçinecek nasıl yaşayacak hiç düşünmüyor. Aşkını alıp özgürlüğe uçuyor. hiç tereddüt etmeden hiç bilmediği bir ülkeye Avustralyaya göç ediyorlar beş parasız. Bu konforlu rahat yaşamı bırakıp kaçıyor  aşka ve özgürlüğe..
Bir de Paola ve Sue var. Monoton tatsız bir evlilik yaşamı sürdürüyorlar. Her ikisi de bir kafese dönüşmüş olan sıkıcı evlilik yaşamlarından mutsuz. Paola da kendi kafesinden kaçıp Elvio ile birlikte Avustralya ya göç ediyorlar.
Cesaret, özgürlük tutkusu ve aşk.

Okudukça pek çoğumuzun kafeslerde yaşayan kuşlar gibi olduğumuz duygusuna kapılıyor insan.
Umarım bir gün biz de “Dayatılanla yaşayan” değil “gönlünce yaşayan” özgür insanlar  oluruz...
Sevgili “dayatılanla yaşayan” (http://dayatmalardakaybolus.blogspot.com)
bunu mu kastediyor acaba bu ismi verirken?
Mutsuz olduğu bir yaşamı sonlandırıp mutlu ve özgür olacağı yeni bir yaşam yaratmak müthiş bir cesaret ve hayranlık verici.  Bu tür yaşam öykülerini okuduğumda içimi sevinç kaplar her nedense.

İbrahim Betil…
Bankacılığın üst yönetim kadrosunda çalışırken ayrılıp eğitim gönüllüleri vakfı (TEGV),  toplum gönüllüleri vakfı (TOG) gibi sivil toplum kuruluşlarında aktif olarak çalışmaya başlaması müthiş bir şey. Kendine yeni bir yaşam yaratmak budur işte..

Maral Ceranoğlu- Uğur Yavaş..
Bir barda tanışıp aşık oluyorlar..bütün işlerini bırakıyorlar. birikimlerini satıp bir tekne satın alıyorlar. Ve okyanusları aşmaya hazırlanıyorlar.. seyir sırasında tutacakları notları, videoları bizlerle paylaşacaklar..http://www.cahilcesareti.org/ müthiş bişey. Bravo onlara..

Mete Yarar..
binbaşı rütbesindeyken ordudan istifa eder.
Neden istifa ettiniz sorusuna şu cevabı veriyor :
“hayatımı yaşamak istedim. Önüme bir kağıt aldım. Ve yapmak istediğim 100 şeyi sıraladım; baktım askerlik yaparken bunları gerçekleştiremeyeceğim. Denizi çok seviyorum. Deniz görmediğim zaman hayattan kopuyorum. İlk yapmak istediğim şey bir yelkenli almaktı.
Fikirlerimi seslendirme özgürlüğüne sahip olabilmek. Extrem sporlar yapmak. Dans (Tango) etmek.v.s..”

Bu insanlar bizlere yeni bir yaşam yaratmanın mümkün olduğunun örnekleri..

11 Nisan 2012 Çarşamba

“hayat hafif ve kısa bir şeydir” / Meral OKAY


Hayat felsefenizi hangi slogan özetler? Sorusuna meral okay ın verdiği cevap bu.
Sizce mutsuzluğun tanımı nedir? Sorusuna verdiği cevap ise,
“kimsesizlik, yalnızlık”
Güzel gülüşün sahibi, toplumsal sorunlara duyarlı olduğu halde neşeli kalmayı başarabilen güzel insan…
yaratıcı.. üretken.. çalışkan.. duyarlı..
arkadaşı Ezel Akay ın deyimiyle hiç sevmeyeni olmayan ender insan..
niçin bu kadar acele ettin Yamanına kavuşmak için..
niçin bizi bu kadar üzdün?
Oldu mu şimdi?
seni bu kadar seven insan varken bırakıp gitmek niye?
Farkında mıydın bilmiyorum ama biz seni çok sevmiştik...
Neyse güle güle canım.. uğurlar olsun …

6 Nisan 2012 Cuma

MONTAIGNE-DENEMELER' den seçtiklerim : DOSTLUK ÜZERİNE


Eşsiz ve gerçek bir dostluk sayesinde insanın ikileşmesi olağanüstü bir şeydir, bunu yaşamayanlar değerini anlayamaz.
Sirus genç bir askere, yarışı kazanan atı için ne bedel istediğini sorunca asker, çok saygı duyduğum şu cevabı verir : “bir dostla değiştirebilirdim efendim, eğer buna layık birini bulabilseydim.”
Karşılıklı görüşme olanakları, insanlar arasındaki ilişkileri oldukça düzeltir. Çünkü her zaman birbirimize ihtiyaç duyduğumuz durumlar vardır. Ve anlaşacak birini bulamamak insanı büyük sıkıntıya sokar.
 Arkadaşlarım fikir almak için bana danıştıklarında hemen hemen herkesin yaptığı gibi işin riskli olduğunu benim öngördüğümden farklı gelişebileceğini söyleme zahmetine katlanmadan, açıkça ve içimden geldiği gibi fikrimi söylerim.
Zevk aldığım ilişkilere içtenlikle bağlanır, nitelikli arkadaşlıklarımı korumayı ve onlarla beraberken kendim gibi olmayı çok iyi beceririm. Ama sıradan arkadaşlıklarda biraz daha soğuk bir tavır sergilerim. Sohbetim de daha verimsizdir.
Tutkulu ve şanlı bir hayat sürdürmek için, düşünüldüğünün tersine tedbire ve kuşkuya daha az yer vermek, onları hayatımızın dışında tutmak gerekir: korku ve güvensizlik kötü darbeleri davet eder.

4 Nisan 2012 Çarşamba

MONTAIGNE-DENEMELER' den seçtiklerim : İYİ VE KÖTÜ, ÇOĞU ZAMAN DÜŞÜNCELERİMİZE BAĞLIDIR

Eski bir yunan sözü, insanların bir şeyler yüzünden değil, şeylerle ilgili düşünceleri yüzünden acı çektiklerini söyler.
Aslında ölümden çok onu haber veren acıdan korkarız.  Öyleyse bizim için önemli olan acıdır. Acının başımıza gelen en kötü şeylerden biri olduğunu kesinlikle kabul ediyorum. Ama eğer onu ortadan kaldırmaya gücümüz yoksa yine de alışkanlık yoluyla azaltma imkanımızın olduğuna inanıyorum. Bedenimiz acıdan etkilense bile en azından ruhumuzu ve aklımızı ondan uzak tutmayı başarabiliriz.
Eğer böyle olmasaydı kim erdeme, yiğitliğe, gönül yüceliğine yada kararlılığa değer verirdi ki? Eğer acıya meydan okumasalardı ne özellikleri kalırdı?
Ruhumuzun mutlu ya da mutsuz olmasının tek nedeni yine kendisidir. Dış etkenler renklerini ve kokularını kendi iç durumumuzdan alır. Tıpkı giydiğimiz kıyafetlerin bizi kendi ısılarıyla ısıtmaması, bize ait olan ısıyı koruması gibi.
Zorunluluk içinde yaşamak iyi değilse bilmek gerek, zorunluluk içinde yaşamak zorunluluğu yoktur.
Mutsuzluk herkesin kendi hatasıdır, ölüme ve yaşama katlanma cesareti olmayan, ne kalmak ne de kaçmak isteyen kişi için ne yapılabilir ki?

3 Nisan 2012 Salı

MONTAIGNE-DENEMELER' den seçtiklerim : BİZİ AYAKTA TUTAN ŞEY, VAROLUŞ ŞEKLİMİZDİR

Platon, “Yapman gerekeni yap ve kendini tanı” der.

Kendini ilgilendiren şeylerle uğraşan kimse ilk olarak kendini, kendine özgü olanı tanıması gerektiğini anlayacaktır. Ne olduğunu bilen kişi, başkalarının yaptıklarıyla ilgilenmez; kendini sever, önce kendisiyle ilgilenir, gereksiz uğraşlardan, düşüncelerden, yararsız fikirlerden uzak durur.

Zihninizi kendinize saygı  gösterinceye kadar erdemli düşüncelerle doldurun.

2 Nisan 2012 Pazartesi

MONTAIGNE-DENEMELER' den seçtiklerim :Yalnızlık Üzerine

İnsan gibi hem kendi cinslerinden kaçan, hem de aynı zamanda sosyal olan başka bir canlı yoktur.

Bana öyle geliyor ki yalnızlığın amacı hem daha sakin hem de daha kendine göre yaşamaktır.

Bir ailede üzüntülerle başa çıkmak koca bir devletinkilerle başa çıkmaktan daha kolay değildir.

Sokrates’e yolculuklar yapıp ülkesine dönen birinin hiç iyileşmemiş olduğunu söylediklerinde Sokrates şöyle cevap verir :
“İnanırım, yolculuğa kendini de götürmüştü.”

İnsan, önce kendini ve ruhunu sıkan ağırlıktan kurtulmazsa, ağırlık her harekette daha da ağırlaşacaktır. Bir hastanın yerini değiştirerek ona iyilikten çok kötülük yapıyoruz. İnsanın halktan uzaklaşması, yer değiştirmesi yeterli değildir. Önemli olan halk olma yolundan uzaklaşmaktır. Kendi başına topluluktan çekilip, kendine başlamak gerekir.

Yalnız yaşamayı, dolayısıyla başkalarından vazgeçmeyi düşündüğümüz andan itibaren, memnuniyetimizin bizden başka hiçbir şeye bağlı olmadığını düşünerek yaşamalıyız. Bütün ilişkilerden vazgeçip gerçekten yalnız ve kendi isteğimizce yaşamalıyız.

İnsanların ilgisini çekmemesine rağmen neden sanatla uğraşıp kendine bu kadar zarar verdiği sorulduğunda şu cevabı veren adamı hatırlayalım:
“Ben azla yetinirim, bir amatör hatta hiç kimse bile bana yeter.”
Haklıdır, siz ve bir arkadaşınız, hatta siz tek başınıza bile bir tiyatro oynamak için yeterlisinizdir. Halk sizin için bir tek kişi, tek bir kişi ise halk yerine geçebilir.

Araştırmanız gereken, insanların sizin hakkınızda nasıl konuştuğu değil, sizin kendi hakkınızda nasıl konuştuğunuzdur.

Kendi kendinizden çıkın ve önce kendinizi karşılamak için hazırlanın; kendi kendisini yönetmeyi bilmeyen insanın, kendisiyle gurur duyması deliliktir.