16 Şubat 2015 Pazartesi

Ama onlar da mini etek giymesinler!!


“Siz de mini eteği giyip soyunup laik sistemin ahlaksızlaştırdığı sapıklar tarafından tacize uğrayınca da bas bas bağırmayacaksın” 
Şu cümledeki zihniyetin korkunçluğuna ağlar mısın, yoksa tek bir cümlede bu kadar bozuk bir ifade kurulmasına güler misin?
Bu şarkıcıya haksızlık ediliyor bence. Sahip olduğu zihniyeti eğip bükmeden ifade ediyor. Zihniyet ne kadar korkunç ta olsa en azından dürüstçe davranıyor. Bu zihniyete sahip milyonlarca insan yaşıyor bu ülkede. Bunlar sadece kahve köşelerinde pinekleyen sıradan insanlar arasında değil. Etkili yetkili makamlarda, yazar görünümüyle gazete köşelerinde, akademisyen görünümüyle üniversite kürsülerinde, sanatçı görünümüyle sanat camiasında binlerce böyle insan var.  Ve bunların büyük çoğunluğu kapalı kapılar ardında çok daha korkunç sözler söyledikleri halde kamuoyu önünde bambaşka sözler ediyorlar. Korkudan, sahtekarlıktan, iki yüzlülükten, çıkarları zarar göreceğinden, v.s. Asıl korkunç olanlar bu çok yüzlü sahtekarlar. Yalanla yaşıyorlar. Bütün yaşamları yalan üzerine kurulu.
Bir gazete köşe yazarı da, “yeter be laf kalabalığı yapmayın, dünyanın her yerinde oluyor böyle tecavüzler” diye çıkışıyor.
Elbette dünyanın her yerinde olabiliyor bu tür tecavüzler. Ama  dünyanın her yerinde kadını aşağılamıyorlar, kadını sosyal yaşamın dışına itmiyorlar, onlara nasıl giyinmeleri gerektiğini söylemiyorlar, tecavüzcüleri katilleri haklı gösteren korkunç sözler etmiyorlar, 3-5 yıl hapse atıp dışarı salmıyorlar.
Günlerdir acı çekiyoruz. Acıdan kıvranıyoruz. Adalet istiyoruz diye çığlık atıyoruz. Bundan bile rahatsız oluyorlar. Bu nasıl bir vicdansızlıktır?  





6 Şubat 2015 Cuma

Yüzbaşının Oğlu - Nedim Gürsel

          Nedim Gürsel uzun zamandır aklımda olan ama bir türlü okuma fırsatını bulamadığım sevdiğim yazarlardan biridir. Bu kitapla tanışmış oldum. Sevdim tabi ki. Çok güzeldi.

          Yeni bir yazarla tanışmış oldum. Bir dost edinmiş gibi oluyor insan. Diyarbakır kitap fuarında imzalatmıştım kendisine. Söyleşisini de dinlemiştim. Söyleşisinde bu romandan da söz etmişti. Toplumun pek onaylamayacağı bir cinsellik olduğundan söz etmişti. Tabulara dokunan tarafından söz etmişti.

          Edebiyat eserlerinde olsun film ve dizilerde olsun cinsellik, yaşamın içinde hiç yokmuş gibi hikayenin anlatılması pek gerçekçi gelmiyor bana. Sanki öyküsü anlatılan insanlar tamamen aseksüel insanlarmış gibi görünüyor. Pek dürüstçe gelmiyor bu bana. Gerçeklikten kopuk olunca bir şeyler eksik kalıyor ve bir sahtelik kokuyor. Bu anlamda yerli ve  yabancı dizileri karşılaştırdığınızda bunu çok daha iyi görürsünüz. Sadece bu yüzden bile yabancı diziler çok daha güzel, daha doğal geliyor.

          Okurken sürekli kendi lise yıllarım canlandı durdu. Şu anda yaşlılık zamanlarını yaşayan bir erkeğin ağzından, geçmişten bugüne anılarını, daha çok ta lise yıllarında yaşadığı anılarını okuyoruz.  Galatasaray lisesi, yasak aşk, aileden uzakta yaşanan ergen gençlik dönemleri, cinselliğin keşfi, sadece erkek arkadaşlar arasında konuşulan cinsel espriler, şakalar, 27 Mayıs Darbe dönemi, Demokrat Parti, üst düzey bir politikacının, üst düzey bir subayın dışardan görünmeyen aile içi yaşamları, zaafları, v.s. üzerine insanı düşündüren bir roman.

          Yasak aşklarla ilgili, kendi adıma kimseyi yargılama hakkını kendimde bulmuyorum. Bu tür yasak aşklar yaşayan insanlar arasında yaşananlar sadece kendilerini ilgilendirir. Birbirine zarar verme, şiddet olmadıkça toplumu ilgilendirmemeli. Ama bu uygarlık düzeyinden çok uzaktayız tabi.
Günlük yaşam içerisinde insan, bazen cinsel cazibenin çekimine, bazen de aşk duygusunun çekimine kapılabiliyor.

          Yıllar önce çok sevdiğim, çok değer verdiğim yakın arkadaşım da yasak bir aşka düşmüştü. Üniversiteyi yeni bitirdiğimiz yıllardı. Çalıştığı işyerinde şefine aşık olmuştu. Şefi evli bir kadındı. Bir süre sonra şefine durumu söylemiş ve şefi olgunlukla karşılamıştı. Ne kıyameti koparmış ne de pas verme yoluna gitmişti. Daha önce nasılsa aynı şekilde iş arkadaşı olarak davranmaya devam etmişti. Böylece zamanla soğumasını sağlamıştı. Olayı eşine de söylemişti.  Bir süre sonra arkadaşım akademisyenlik yüksek lisansı kazanınca Amerikaya gitti ve daha dönmemeyi tercih etti. Arkadaşım, hayatta tanıdığım en dürüst insanlardan biri desem hafif kalır en dürüstü desem daha doğru olur. Aynı şekilde oldukça olgun ve dürüstçe yaklaşan o şefine, o güzel insana da çok saygı duydum.

Şimdi burada yalan, ikiyüzlülük, aldatma, sahtekarlık, arkadan iş çevirme var mı? Doğal, insani duygular değil mi bunlar?
Önemli olan birbirine zarar vermemek, taciz etmemek, aldatmamak, sahtekarlık yapmamak değil midir?

Altı Çizilenler ;





5 Şubat 2015 Perşembe

Salyangoz – Hayko Bağdat


Bir Anadolu insanının, bir yurdum insanının yaşamından bazen güldüren, bazen hüzünlendiren kesitler. Dinsel, etnik kimliğinin farklılığından dolayı yaşadığı acıları yazmış. Dost sohbetinde anlatır gibi sade bir dille anlatmış yaşadıklarını.  

Kitabı okudukça içime doğan düşünceleri paylaşmak istiyorum. 

Çoğunluğun sahip olduğu etnik, dinsel kimlikten farklı bir kimliğe sahip bir topluluğun içine doğabiliyorsun, Ya da çoğunluk içine doğsan bile sonradan düşüncelerin, inançların, yaşam tarzı tercihlerin değişebiliyor ve çoğunluktan ayrışabiliyorsun. O zaman vay haline.

Aşağılamalar, ayrımcılığa maruz kalma, ötekileştirme gibi işkencelere hazır olmalısın. Bir de bu ayrımcılığa karşı sığınacağın, seni koruyacak bir adalet-hukuk sistemi de yoksa vay haline. Cehennemi yaşamaya hazır ol. Bu kötülüklere maruz kalanların kimileri dayanamayıp intihar ediyor, kimi uzak diyarlara göç etme yolunu tercih ederken, kimileri de isyana başvurarak bir kötülüğe karşı başka bir kötülükle karşılık verme yolunu tercih ediyorlar. Kimisi de Hrant gibi nefret ve düşmanlık tuzağına düşmeden, sevgi ve vicdan yolundan sapmadan kötülüklerle, haksızlıklarla, adaletsizliklerle mücadele yolunu seçiyor. 
“Kötülükle savaşırken başka bir kötülüğün içine düşmemek” çok değerli bir erdemdir bana göre. Haykonun yaklaşımında da bu erdemi gördüm.
Dünyada bunun çok az örneği var ne yazık ki. Mahatma Gandi, Abraham Lincoln, ülkemizden de Hrant Dink aklıma gelen çok az örnekten birkaçı. Seni ötekileştirerek, ayrımcılığa maruz bırakarak kötülük yapanlara karşı nefret ve düşmanlık duygularını beslersen başka bir kötülüğün içine düşmüş olursun. Kötülüklerin büyümesinden yaygınlaşmasından başka bir işe yaramaz bu. Sadece kötülüklere maruz kalanlar değişir. Nefret ve düşmanlık tuzağına düşmemek için çok ciddi bir çaba harcamak gerek.
Genelde insanlık tarihi boyunca en yaygın olan, en kabul gören yol budur. Haksızlıklara, adaletsizliklere karşı örgütlenip mücadele edenler nefret ve düşmanlık tuzağına düştüklerinden dolayı gücü, iktidarı ele geçirince benzer kötülükleri başkalarına yaparlar. Alman faşizminin korkunç işkencelerine, soykırımlarına maruz kalan Yahudilerin “bir kısmı”, gücü iktidarı ele geçirince benzer kötülükleri Filistinlilere uyguladılar. Devletin uyguladığı kötülüklere karşı örgütlenen Filistinlilerin de “bir kısmı” nefret ve düşmanlık duygularını besleyerek benzer kötülükle karşılık verdiler. Nefret ve düşmanlık duygularıyla beslenen insanların savaşmaktan öldürmekten yok etmekten başka bir seçeneği olmuyor. Böylece tüm dünyada bitmeyen savaşlar katliamlar cinayetler sürgit devam etmekte ne yazık ki.
“bir kısmı” ifadesini özellikle kullanıyorum. Bunu kullanmasam yapılan kötülüklerden tüm Yahudileri/ tüm Filistinlileri  sorumlu tutmak anlamına gelir ki aynı tuzağa düşmüş olurum. 
Bazen o “bir kısmı” çok büyük bir çoğunluk oluştursa da, bunun dışında kalan “diğer kısmı” bu kötülüklere, bu kötü yola destek vermez. Vicdani, insani yaklaşımdan vazgeçmez. Sorunların çözümünü hukuk, vicdan, özgürlük gibi değerlerde bulur.
Ne zaman ki “diğer kısmı” insanları “bir kısmı” insanlarına galip gelir. O zaman huzur, özgürlük, barış içinde yaşarız. Avrupa toplumları bunu büyük oranda başardılar. Ortadoğu toplumları ise bunu başaramadı ve işte cehennemi yaşıyor bugün.

Normalde dünyanın her yerinde çocuklara konuşma öğretilir. Ama işte ülkemizde bazı aileler çocuklarına susmayı öğretirler. Hayko’nun ailesi gibi, bizim aile gibi pek çok aile. Hayko, annesinin, büyüklerinin sürekli onlara konuşmamayı tembihlediğini söylüyor.  Çocukluğumu hatırladım. Babaannem de bizi sürekli uyarırdı “aman konuşmayın”, “hiç konuşmayın”.  Neyi konuşmayın bizde de hiç konuşulmazdı.  Ama neyin kastedildiğini herkes biliyordu. Bizleri koruma duygusuyla Kürt kimliği ile ilgili tartışmalara hiç girmeyin, konuşmayın diyorlardı. Devlet babanın, Kürt sözcüğüne bile tahammül etmediği yıllardı. Kürt kimliği ile ilgili en küçük özgürlük taleplerinde bulunanları cezaevlerinde işkencelerden geçiriyordu. Bizim aile gibi dindar  sünni muhafazakar  olan aileler kürtlükten  mümkün olduğunca uzaklaşarak, islam Müslümanlık kimliğine daha bir sarılarak ülkedeki hakim “çoğunluk”  mahallesine yanaştılar. Hem devletin gazabından kurtuldular hem de devlet babanın nimetlerine mazhar oldular. “Çoğunluk” mahallesi dışında kalıpta çoğunluktan farklı kimliği, farklı inancı, farklı düşüncesi, farklı yaşam tarzı ile özgür eşit yurttaşlar olarak yaşamak isteyen kürtler, aleviler, ermeniler, Süryaniler, ezidiler, sosyalistler, eşcinsellerin canına okudular. Onlara dünyayı cehenneme çevirdiler.

Varlığını, kimliğini baskı ve taciz endişesiyle gizlemek, gizlemek zorunda kalmak o kadar büyük bir acı ki. Kimliğini, varlığını haykırmakla başına gelecek felaketler, işkenceler bunun yanında daha hafif kalıyor demek ki bazı insanlar için. Belki de bu insanlar “yalanla yaşamak” istemiyorlar. Yalanla yaşamak, iki yüzlü yaşamak çok büyük bir acı. Ermeni kimliğinden, kürt kimliğinden, alevi kimliğinden uzak yaşayanlar  rahatça yaşarlarken, kimlikleri ile özgürce yaşamak isteyen Hrant Dink gibi, Ahmet Kaya gibi, Seyit Rıza gibi insanların hayatını cehenneme çeviriyorlar. Bazen bununla yetinmeyip canlarını da alıyorlar. Kürt kimliklerinden uzaklaşanlar memlekette rahatça her türlü makam, mevki, zenginliğe kavuşurken kürt kimliği ile var olmak isteyen insanları cezaevlerinde işkencelerden geçiriyorlar. Sadece Diyarbakır cezaevinde bu şekilde binlerce insanı işkencelerden geçirdiler. Kürtçe şarkı söyleyeceğini ilan eden Ahmet Kaya yı bu ülkede yaşayamaz hale getirdiler. Memleket hasretiyle kavrularak genç yaşında sürgünlerde can verdi. 

Memlekette ötekileştirilen bir diğer topluluk ta cinsel yaşam tarzı çoğunluktan farklı olan lgbt’ ler. Cinsel kimliğini gizleyerek yaşayan lgbt ler rahatça yaşarlarken, kimliğini haykıran, ilan edenlerin hayatını cehenneme çeviriyorlar. Yaşadıkları evlerinden, yuvalarından, çalıştıkları işyerlerinden kovuyorlar. Bazen da öldürüyorlar.


Sahip olduğu kimliğini dile getiren insanların amacı bozgunculuk yapmak, isyan etmek,  ahlaksızlık yaymak değil elbette. Dışlanmayı, aşağılanmayı, işkenceyi hatta ölümü bile göze almalarının sebebi her halde “yalanla yaşamak” istememeleri. Belki diğer insanlara göre çok daha dürüstler, çok  daha cesurlar.    

Altı Çizilenler ;