18 Eylül 2017 Pazartesi

BİLİM VE DİN - BERTRAND RUSSELL - ÇEVİRİ - HİLMİ YAVUZ

Derin bir nefes aldım. İnsanlık çok daha korkunç zamanlar yaşamış. J Hem de yüzyıllarca. İşid Taliban dan çok daha korkunç, çok daha zorba dinsel diktatörlükler altında inim inim inlemişler toplumlar, insanlar..
Bu korkunç baskılar altında bilim yapmaya çalışan bilim insanları.
Amaçları dine karşı tezler ileri sürmek, dinsel tezleri yanlışlamak değil, sadece bilimsel araştırma yapmaya çalışıyorlar. Bilimsel çalışmalarla elde ettikleri bulguları açıkladıklarında kilisenin ve kilise egemenliğindeki devlet in çok ağır baskıları ile karşılaşıyorlar. İdamla yargılanıyorlar. kimileri idam ediliyor, kimileri diri diri yakılarak cezalandırılıyorlar.
“Avrupa, ortaçağ zamanlarında bizden çok daha geri idiler” gibi  tezler pek inandırıcı gelmiyordu bana. Bu kitabı okuduktan sonra artık bu tezlerin doğruluğuna inanmaya başladım.
Daha çok avrupada dinsel bağnazlık içindeki Hıristiyan din adamları ve devletin bilim insanlarına uyguladıkları korkunç baskıları okuyoruz kitapta. Çeviriyi yapan Türkçe de çok iyi olarak bilinen Hilmi Yavuz idi. Ama kitabın orijinalinden mi tercümenin iyi yapılmamasından mı bilmiyorum bazı yerleri sıkıcı geldi. 
Bertrand Russel ismine aşina olduğum biri idi. Ama pek bilgim yoktu hakkında. Google da yaptığım tarama ile çok değerli bir filozof aydın olduğunu öğreniyorum. özgürlüklerden yana, barış yanlısı aktif olarak savaş karşıtlığı yapmış, hatta bu uğurda hapislere atılmış değerli bir güzel insan imiş.

“1872 – 1970 yılları arasında yaşamış Britanyalı filozof, matematikςi, tarihςi, toplumsal eleştirmen.
Russell önde gelen savaş karşıtlarındandır. Serbest ticareti ve emperyalizm karşıtlığını desteklemiştir ve barışsever tutumundan dolayı Birinci Dünya Savaşı sırasında haρishanede yatmıştır. Daha sonra Adolf Hitler'e karşı kampanyalar düzenlemiş, Stalinci totalitarizmi eleştirmiş, Vietnam Savaşı'ındaki tutumu nedeniyle Amerikan hükümetini suçlamıştır. Aynı zamanda nükleer silahsızlanmanın dobra savunucularındandır. Son eylemlerinden bir tanesi İsrail'in Orta Doğu'daki ülkelere karşı izlediği tutumu eleştirdiği bir bildiri yayınlamasıdır.
İnsan Haklarını ve düşünce özgürlüğünü savunduğu yazıları dolayısıyla 1950 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüştür.” Kaynak: http://www.sozkimin.com/a/910-bertrand-russell-kimdir-sozleri-ve-hayati.html#ixzz4t2hi3Bmv

“1959 yılında katıldığı Face-to-Face (Yüz Yüze) adlı bir BBC programında şöyle bir soru yöneltilmiş;

''Bundan 1000 yıl sonrasında yaşayan nesillere yaşadığınız hayat ve bundan çıkardığınız dersler hakkında ne söylerdiniz?''

Ünlü filozofun cevabı ise oldukça kısa ve öz oluyor.

Biri entelektüel ve biri de ahlaki olmak üzere iki şey söylemek isterim. Onlara söylemek istediğim entelektüel şey şu;

“Herhangi bir konuyu incelerken ya da herhangi bir felsefeyi değerlendirirken kendinize sadece ama sadece ve gerçeklerin ulaştırdığı doğruların ne olduğunu sorun. Asla dikkatinizin inanmak istediğiniz ya da inanmanızın toplumsal açıdan daha avantajlı olacağını düşündüğünüz şey tarafından dağıtılmasına izin vermeyin. Sadece ve sadece elinizdeki gerçeklere bakın!”

Ahlaki şey ise çok basit. Sevgi bilgeliktir, nefret ise aptalcadır.

Her geçen gün daha fazla etkileşime girdiğimiz dünyamızda toleranslı olmaya ve bazı insanların bizim hoşlanmayacağımız şeyleri söyleyecebileceğine alışmalıyız. Ancak bu şekilde birlikte yaşayabiliriz. Eğer birlikte ölmek yerine birlikte yaşayacaksak bu gezegendeki insan türünün devamlılığı için kesinlikle elzem olan; tolerans ve birbirimize olan saygıyı öğrenmek zorundayız.


İnsanlığın sevgi ve saygı çerçevesinde, barış ve huzur dolu günler yaşayabilmesi dileğiyle...”  /Kaynak : https://onedio.com/haber/unlu-filozof-bertrand-russell-dan-baris-icinde-yasamak-icin-2-onemli-tavsiye-748984

Altı Çizilenler ;












12 Ağustos 2017 Cumartesi

SESSİZ KURBAN – JANE CASEY / Çeviri: Alp Ege

Güzel bir polisiye gerilim. Akıcı, heyecanlı, düşündürücü. Günlük yaşamın içinden bir kesit. 
Olaylar daha çok günümüz Londrası ve civarında geçiyor.
Yazar Jane Casey, İrlandalı.
Bir polis memuru olan Maeve Kerrigan ın ağzından bütün hikayeyi, olayları dinliyoruz.
İş arkadaşı Derwent ile birlikte Kenford adlı bir avukatın evinde meydana gelen cinayeti çözümlemeye çalışıyorlar. Olanca doğallıkları ile kendilerini de birbirlerini de hiç kasmıyorlar, stres yapmıyorlar. sürekli espriler,  birbirlerine takılmalar..çok hoş. İşlerini de çok güzel yapıyorlar.
O kadar stresli, zor bir iş yapmalarına rağmen nasıl da başarıyorlar hayatı daha yaşanılır  kılmayı. Hayran kalıyorum.
Hikaye çok acı, düşündürücü.
Bir erkeğin şehvetini, azgınlığını kontrol edememesi  yüzünden sebep olduğu felaketler, acılar..
Böyle bir erkek, doğal olarak iyi bir eş, iyi bir baba olamıyor. Böylece anne babasından yeterince ilgi sevgi görmeyen çocuklar hayatın içinde çok sorunlu, mutsuz insanlara dönüşüyorlar. Daha ileri seviyelerde acımasız tehlikeli katillere dönüşebiliyorlar.
İnsanlığın yaşadığı pek çok sorunların kaynağı bana göre “sevgisizlik”.
Çevirmen bazı yerlerde sanki birebir tercüme yapmış. Üvey kardeş anlamında kullanılan half-sister sözcüğünü yarı kardeş olarak çevirmek gibi. 

Philip Kenford : avukat
Vita : Philip Kenford un karısı
İkiz kızları : Laura ve Lydia – 15 yaşlarında
Josh Derwent : kıdemli polis, komiser , erkek
Maeve Kerrigan : polis memuru, 30 undan genç, kadın
Josh Derwent ile Maeve Kerrigan birlikte çalışıyorlar, aynı ekip aracında görevliler.
Rob : Kerrigan ın sevgilisi, erkek
Niele Adamcute : Litvanyalı, Kenford un yattığı kadınlardan biri.
Miranda : Kenford un önceki karısı. Hastalanınca Kenford onu terk ediyor
Kızları Savannah : süpermodel, dünyaca ünlü

Olimpos yayınları
Orijinal adı: the last girl
Yayın tarihi:haziran 2016


Mario ve Sihirbaz – Thomas Mann / Çeviri : Kamuran şipal


Yayın tarihi : Temmuz 2000 - Cem Yayınevi
Kitabın arka kapak yazısından ; Thomas Mann, 1929 da Nobel Edebiyat Ödülü almış 20. yüzyıl Alman edebiyatının önde gelen yazarlarındandır. 1875-1955 yılları arasında yaşamış.
Küçük Friedmann
Tobias Mindernickel
Gardırop
      Gömütlük Yolu
      Harika çocuk
      Tren kazası
      Mario ve Sihirbaz

isimli öykülerden oluşan bir öykü kitabı. Yaşadığı döneme ait insanların günlük yaşamından kesitler anlatıyor.
Kitabı okurken sıkıldım. Çok sarmadı. Birkaç kez bırakmayı düşündüm. Ama kitaba ismini veren son öykü Mario ve Sihirbaz çekti beni.
Sihirbaz Cipolla nın seyircilerin gözleri önünde seçtiği kişileri büyülemesi, iradelerini ortadan kaldırması, onlara kukla gibi her istediğini yaptırması çok çarpıcı.
Arka kapak yazısında, bu öykü ile Alman faşizmine göndermeler yaptığı yazılmış. Ne ilginçtir ki faşist liderler de toplumlarına bunun benzerini yapıyorlar. 
Dönem sanırım 1800 lü yılların sonu. Daha elektrik yok. Motorlu taşıtlar yok. Aydınlatma için gaz lambaları kullanılıyor. Faytonlar, atlı arabalar var. Daha o yıllarda bile yoğun katılımlı tiyatro oyunları sergileniyor. Şehrin insanlarının buluşma merkezi gibi.
Erkekler dışarıda gezerlerken ellerinde baston, başlarında silindir şapka giyiyorlar.
Kaymakamın karısı, kentin önemli ailelerini evine davet ediyor. Davette misafirlere sigara, puro, şarap, kahve ikram ediliyor.
Çevirmenler bazen ilginç kelimeler kullanıyorlar. J  “Gömütlük” gibi. İlk defa duydum. Mezarlık anlamında kullanılmış galiba.
                         

                    

                        


29 Temmuz 2017 Cumartesi

Ölmek Kolaydır Sevmekten - Ahmet Altan


Sevgili Ahmet Altan dan harika bir roman.
Bir dönem romanı. 1910-13 yılları, Osmanlı imparatorluğu nun başkenti İstanbul.
Osmanlı balkan savaşları, Osmanlı Devlet yönetiminde iktidar kavgaları, istibdad (diktatörlük-baskı) - hürriyet tartışmaları, cinayetler, suikastlar, ordu içinde cuntalar, cepheleşmeler, basına sansür, haberleri saptırarak halka verme, muhalifleri ezme, laik-batıcı – İslamcı-padişah yanlıları nın iktidar kavgaları, ordu desteğiyle darbe yaparak yönetimi ele geçirme, erkek kadın ilişkileri, aşk, v.s.
Ordu içinde gruplaşmalar.
Halaskar Zabitan olarak adlandırılan grup : padişah yanlısı, dindar, islamcı askerler
İttihatçı subaylar olarak adlandırılan grup: nispeten laik, Batı değerlerine daha yakın, modern, hürriyet yanlısı, istibdada karşı
Osmanlı- Balkan (Bulgar) savaşları, askerlerin morallerinin bozukluğu, açlık, sefalet, peşpeşe yenilgiler, Bulgarların İstanbul a dayanmaları, Osmanlı devletinin mütareke görüşmelerine başlaması.
İttihatçılar, aralarında gizli görüşmeler yaparak imparatorluğun zelil duruma düşürüldüğünü, memleketi bu durumdan kurtarmaları gerektiğini söylüyorlar. Darbe yaparak yönetimi devralmaları gerektiği kararını veriyorlar.
Ünlü Bab-ı Ali baskınını gerçekleştirerek yönetimi değiştiriyorlar.
Bab-ı Ali baskını gerçekten bu romanda anlatıldığı gibi mi olmuş? Şaşırdım.  
O zamanlar 32-33 yaşlarında, binbaşı rütbesinde bir subay olan Enver bey ve 6-7 arkadaşı, ordu içinden de destek alarak,  yanlarında 20 - 30 tane de silahlı adamla kabineyi basarak darbe yapıyorlar.  
Aradan 100 yıl geçmiş. Bir asır geçmiş. Memlekette sanki pek bir şey değişmemiş. Ne kadar ilginç geldi. Tuhaf oluyor insan.

Hikmet bey, genç karısı Dilevser
Nizam ve Rukiye üvey kardeş
Nizamın babası, Hikmet bey
Nizam ve Rukiye nin Annesi- Mehpare hanım, çok güzel kadın
Rukiye nin babası, Şeyh efendi
Dilara hanım
Ragıp bey
Mösyö Lausanne – Fransız gazeteci
Kamil bey- Osman paşanın oğlu, kumarbaz
Anya- Rus kadın, kumarhanede piyanist
Tevfik bey – Rukiyenin kocası, Sadaret te (başbakanlık) ta memur
Mihrişah sultan – hikmet bey in annesi, eski padişahın doktorunun sabık zevcesi

İlginçlikler ;
Haberlere sansür, halka yanlış, saptırılmış haberler verme işi, ta o zamanlardan başlamış demek ki.
Elektrik daha yani yeni gelmeye başlıyor İstanbul a. Paris e 20 yıl önce gelmiş olduğunu söylüyor karakterlerden biri.
Savaşta yaralanan binbaşı Ragıp bey cephede yaralanıyor. İstanbulda hastaneye yatırılıyor.
Hastanede hemşiresi Efronya.
Efronya ermeni, kocası Osmanlı devletinin bir subayı. Hiç tuhaf karşılanmıyor. Günlük yaşamın içinde çok olağan bir şey olduğu belli.
Hariciye nazırı (Dışişleri bakanı) – Noradinkyan efendi olarak geçiyor. İsminden anlaşıldığı kadarıyla muhtemelen ermeni olsa gerektir.

Müstebit (diktatör), gerici olarak değerlendirilen sultan Abdulhamit döneminde ve daha önceki dönemlerde Ermeniler yüzyıllarca sıradan diğer yurttaşlar gibi yaşamışlar. Kendilerini laik, batı değerlerine yakın, hürriyet yanlısı olarak nitelendiren İttihatçıların iktidar olduğu dönemlerde ise hayatları cehenneme çevrilerek bu topraklardan sürüldüler, yok edildiler. İttihatçıların zihniyet dünyasının önemli kısmını devralan cumhuriyet yöneticileri de ne yazık ki benzer politikalara devam ettiler.
Hükümet politikalarını eleştiren aydın, gazeteci yazarları, muhalif siyasetçileri hapislerde, zindanlarda süründürme geleneği de yine o günlerden bu yana aynen devam ediyor. Toplumun vicdanı, aydınlatıcıları olan bu insanlar el üstünde tutulması gerekirken zindanlarda süründürülüyorlar ne yazık ki.

İşte 100 yıl sonra günümüzde yine hapislerde süründürülen sevgili Ahmet Altan, Ahmet Şık, Kadri Gürsel ve diğer Cumhuriyet gazetesi yazarları, Selahattin Demirtaş, Enis Berberoğlu, Nazlı Ilıcak ve diğer tüm gazeteci, yazar ve politikacıların en kısa zamanda özgürlüklerine kavuşmalarını diliyorum.  
                             

                             



                               

                               



23 Temmuz 2017 Pazar

SHERLOCK HOLMES – KUŞKU–Sir Arthur Conan Doyle


Yine çok ilginç olaylar, cinayetler, çözümlemeler..
Cinayetleri çözümlerken Sherlock Holmes un gösterdiği zeka, itina, gözlem gücü, konsantrasyon, akıl yürütmelerine hayran oluyorsunuz.
İnsanları, eşyaları, nesneleri en ince detaylarına kadar gözlemlemesi, hafızasına kaydetmesi hayranlık verici.

Hikayenin içine girince çok zor bir bulmacanın içine girmiş gibi hissediyorsunuz. Siz bu olayı nasıl çözümleyeceğini, işin içinden nasıl çıkacağını düşünürken, Sherlock Holmes yaptığı şaşırtıcı akıl yürütmelerle olayı çözümleyiveriyor. 

23 Haziran 2017 Cuma

SHERLOCK HOLMES – PANİK –Sir Arthur Conan Doyle

Ünlü Sherlock Holmes ile tanışmış oldum. Yaratıcısından daha ünlü olmuş Sherlock Holmes u çok duymuştum. Ama yazarını pek bilmiyordum.
Kitabın önünde sonunda Yazar Sir Arthur Conan Doyle hakkında hiçbir şey yazılmamış.
Google a başvurdum. 1859 – 1930 yılları arasında yaşamış. İskoçya doğumlu. İngiltere vatandaşı. Doktor ve edebiyatçı.
Çok ilginç bir yaşam sürmüş. Muayenehanesine pek hasta gelmediğinden O da kendini yazmaya vermiş daha çok. böylece dünyaca ünlü Sherlock Holmes hikayeleri çıkmış ortaya.

Kitap çok güzeldi. Eğlenceli, akıcı. Su gibi gidiyor.
Sherlock Holmes, titiz çalışması ve zekasıyla çözülmesi çok zor cinayetleri kolayca çözüyor.
Kitap 2 ayrı hikayeden oluşuyor ;
Kızıl Soruşturma
Dörtlü İttifak

Künyede kitabın orijinal ismi verilmemiş. Sanırım Yayınevi 2 ayrı hikaye kitabını birleştirerek kendi kafasına göre bir isim vermiş.
Olaylar genelde yazarın yaşadığı dönemlerde Londra ve çevresinde meydana gelen cinayetler.
Sherlock Holmes ve arkadaşı askeri tıp uzmanı John H.Watson un dedektiflik maceralarını genelde Watson’un ağzından okuyoruz.
Kızıl Soruşturma da,
Jefferson Hope ‘un nefes kesen intikam hikayesini okuyoruz.
Evlenme hayalleri kurduğu sevgilisi Lucy i, babasını öldürerek zorbalıkla alan ve Lucy nin de ölümüne sebep olan Drebber ve Stangerson dan aldığı intikam hikayesi. Bütün yaşamını bu intikama adıyor.
Dötlü ittifak ta,

Jonathan Small ve 3 Hintli arkadaşının ilginç hikayesini okuyoruz.

KAFES Sakın Gözlerini Açma – Josh Malermon

Harika bir roman. Müthiş bir heyecan. Psikolojik gerilim korku olarak değerlendiriliyor roman. Korku ve gerilim dozu her ne kadar yüksekse de beni asıl etkileyen şey; koşullar ne kadar korkunç olursa olsun kimi insanların hayattan vazgeçmeme, yaşama tutunma azimleri, umuttan ve mücadeleden vazgeçmeme halleri.
Malorie – cesur bir kadın. Koşullar ne kadar korkunç olursa olsun korkuya yenik düşmeyen, pes etmeyen yürekli bir anne. Malorie'nin insanı hayran bırakan mücadele azmi. Bebeğini ve kendini hayatta tutabilmek uğruna hayata tutunma azmine, cesaretine, yürekliliğine hayran oldum.
Tom – iyi yürekli bir baba. kapana sıkışmışlığa boyun eğmeyen, başka bir dünya, daha güzel bir dünyada yaşamak uğruna mücadele eden bir cesur adam. 
İnsanlar dışarıda bir şeyler görüyorlar ve canavarlaşıyorlar. Diğer insanları öldürüyorlar, kendilerini öldürüyorlar.
Yaşadığımız dünya da aslında burada anlatılan korkunç ürkütücü dünyadan çok farklı değil.
İnsanlar doğar doğmaz sadece tek bir şeye (yayın, öğreti, inanç, ideoloji v.s) bakmaları sağlanıyorlar. Ve canavarlaştırılıyorlar. Seve seve ölmeye öldürmeye gidiyorlar. Binlerce yüzbinlerce insanlar tarih boyunca bıkmadan usanmadan birbirlerini öldürüyorlar. Birbirlerini tanımadıkları halde öldürdükçe daha çok bileniyorlar. Bundan haz alıyorlar. Destanlarla kahramanlaştırılıyorlar. Böylece çok yüce kutsal bir amaç uğruna daha fazla daha fazla öldürmek istiyorlar. İşte yaşadığımız dünya. L

  

2 Şubat 2017 Perşembe

Kumral Ada Mavi Tuna – Buket Uzuner

Harika bir romandı. Çok beğendim. Sevgili Buket Uzuner' in yüreğine sağlık. Buket Uzuner’i ilk defa okudum. İyi ki okumuşum.
-Tuna
-Aras
-Ada
-Meriç
-Şair Doğan Gökay

Tuna da kendimi gördüm. Benzer yanlarımız çok fazla. Umutsuz aşka düşmek, edebiyata düşkünlük, hassas ruh.
İç savaş gerçekliği karşısındaki insanların sessizliği, vurdumduymazlığı, aynı bu ülkenin yaşadığımız haline çok benziyor.
İç savaş benzeri bir büyük çatışma hali yaşanıyor. Yılda değil ayda değil her gün onlarca insan ölüyor öldürülüyor. Devletin güvenlik güçleri, isyancılar, siviller öldürülüyorlar. Hem de 30 yıldır.
“Savaşlar korkunçtur. Bir o kadar saçmadır. İç savaşlar daha da korkunçtur.”
“Savaşın galibi de mağlubu da yenilmiştir.”  Tuna’ nın bu ve benzeri sözleri benim de duygularıma da tercüman olan sözler.
Ölmekten öldürmekten başka yollar deneyelim, başka çareler arayalım önerilerine herkes kulak tıkıyor.
Ölmek. Vatan uğruna şehit olmak, özgürlük mücadelesi uğruna şehit olmak gibi isimler verilerek kutsallaştırılıyor. Sevimli hale getiriliyor.
Öldürmek.  Vatanı kurtarmak için vatana zarar veren bölücü unsurları etkisiz hale getirmek.
Bir halkın özgürlüğüne kavuşması için savaşmaktan başka seçenek bırakmıyorlar.. savaşta da insanlar ölür ne yapalım diyerek vicdanlarını rahatlatıyorlar.
İsyancıları destekleyen, sempati ile yaklaşan insanlara, örgütün silahlı isyanının yol açtığı acımasız cinayetleri, acımasız terörü, masum insanların ölümlerini anlatamıyorsunuz.
Devletin operasyonlarını destekleyen yetkili yetkisiz insanlara da , artık devlet başka çözümler düşünmeli, sadece öldürerek bu işin çözülemeyeceğini anlamalı, her ölümde çözüm, barış daha bir  imkansızlaşıyor. Artık o noktadan sonra barış diyenlerin tamamı hain ilan ediliyor iki taraftada.
Savaşı kutsayanlar tamamen hakimiyeti ele geçiriyorlar. Bitireceklerini zannediyorlar. Her gün onlarca ölü bir o taraftan bir bu taraftan sür git devam ediyor. Akıl, sağduyu, vicdan tamamen devre dışı kalıyor.

Altı Çizilenler ;
“Çevrene şöyle bir bak, şiddet, terör ve baskıdan canı yanmamış, canına tak etmemiş veya bezmemiş kimse kaldı mı? Sivil, asker, kadın, çocuk, bebek… her gün insanlar ölüyor mu? Evet. Ve bizler de bunu seyredip susuyor muyuz? Evet. Bak susuyorsun, bak bak sen de susuyorsun! Hepimiz susuyoruz zaten. “/ sf: 93
“Dışarda; evimizin ve bedenimizin dışında  sürekli birileri öldürülüyorken, öldürülen her insan için bizim de biraz öldüğümüzü anlamak ne çok zaman alıyormuş meğer! “/sf: 94
“Saçma bu! Düşman kim? Sınır, cephe neresi? Kime karşı savaşıyoruz? Kendi iç organlarını kemiren bir virüs bu! Sonunda kimse kazanamayacak, hiç kimse! Anlıyor musunuz? Çünkü kendimizle savaşıyoruz.
“Bütün savaşlar saçmadır. Ama iç savaşlar daha da saçmadır. /sf:100
“ Gitmedim, çünkü tıpkı senin gibi ben de buralıyım, burada doğdum ve burada yaşamak istiyorum! Allah kahretsin! Gitmedim, çünkü ben de bu ülke için vergi veriyor, çalışıyor ve burayı seviyorum! Duyuyor musun? Türkçe bağırıyorum çünkü, geri kafalı adam!”
“ Gitmedim, çünkü; Boğaz’da balıkla rakı, Ada’da dolunay, Ege’de zeytinyağlılar, Akdeniz’de Toroslar, Safranbolu’da, Asos’ta, Kaş’ta evler, bu anadilim, bu atasözleri, dişiliklerini yitirmeden akıllı olma savaşı veren buralı kadınlar ve Anadolu Akdenizi’nin özgün duyguları…  gitmedim çünkü bütün bunlar yalnızca buradayken güzel… … hepimizin hamuru aynı, hepimizde bu duygular var. “ /sf:153-154
“ ben ona mutluluk hormonu etkisi yapıyordum. Aras ise onun heyecan ve dişilik hormonu seviyesini artırıyor olmalıydı. Elbette kendisi böyle söylemez, “ sen benim serotoninim, Aras adrenalin ve östrejenim” derdi. Bu üçünün etkisini bir kadında yaratacak tek bir erkek olmadığına göre erkeklerden biri daima dışarda kalmak, kadınlar da yakınmak durumunu sürdürecekler anlaşılan! Belki bir gün bir hormon-bilimci bu işe el atacak ya da ahlak anlayışımız tümden değişecek…
Kadınların aşka ve duygulara dair kararlılıkları ve cesaretleri biz erkeklerden çok daha güçlüdür.“/ sf: 220-221
İsteksiz, hevessiz ve umutsuz olma hali feci yorucudur. /sf:383
Siz ancak öğretilmiş şeylere inanıyorsunuz. Hiçbiriniz kendi doğrularınızı yaratmaya cesaret edemiyorsunuz. /sf:383
Savaş kimseyi galip çıkartmaz. Canlı kalanların tümü yenilmiştir./sf:385
Evinin içini ve dışını kendi bakacağı çiçeklerle döşemek, insanın yerleşebilecek kadar huzurlu, cesur ve kararlı olduğu anlamlarını da taşır. Çiçek sağlıktır.