7 Aralık 2018 Cuma

BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU – STEFAN ZWEIG – Çeviri : AHMET CEMAL

Müthişti... Hüzünlendim... Duygulandım... 
Platonik bir aşk hikayesi. 
1920 li yılların Viyana' sında tek taraflı yaşanan bir aşkın hikayesi… 
kısacık bir kitaba koca bir dünya sığdırmak Zweig gibi büyük yazarların harcı herhalde.
Stefan Zweig i tuttum. Bütün kitaplarını okumalıyım.
Bir kadının, ta çocukluk yıllarında başlayan, komşusu olan bir erkek yazara beslediği büyük bir aşk. Zamanla bitmeyen azalmayan bir aşk. Yetişkinlik yıllarında da devam eden bu aşkını ne yazık ki ölüm döşeğindeyken yazdığı mektupla itiraf ediyor.
Kadının yazdığı bu mektup kitabın kendisini oluşturuyor.
Bir kadının kendi içinde tek başına yaşadığı bir aşk. Tinsel, delicesine, tutkulu.
Çevirmen Ahmet Cemal kitabın sonunda güzel bir değerlendirme yazısı yazmış.

Kitap adı: Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Orijinal adı: Brief Einer Unbekannten
Yazar: Stefan Zweig
Çeviri: Ahmet Cemal
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları / Modern Klasikler Dizisi
Sayfa: 68
Baskı: 2015
Tür: Roman

30 Kasım 2018 Cuma

YENİ BAŞLANGIÇLAR - Danielle Steel - Çevirmen: Esat Ören


Yazarın okuduğum ilk romanı. 
Kızımın kitaplığından aldım.  
Bir kadın yazarın dilinden, kadın gözüyle yaşam, aile, sevgi, aşk ..  
Mutlu evlilik, mutsuz evlilik, hayatın acıları ile başa çıkma, kendine ikinci bir şans vermek, hayatı sıfırlamak, yeni bir hayat kurmak, sil baştan yeni başlamak...
Arkadaşlık, dostluk,  aile içi ilişkiler, ilgili aile, ilgisiz aile, ergen çocuk - ebeveyn ilişkileri..

Hayatın zorluklarına, eşi veya sevgilisi tarafından terk edilme, yakınlarının ölümü, yaralanmaları gibi büyük acılara, felaketlere  göğüs geren, pes etmeyen insanlar. Yaşamaktan eğlenmekten başarmaktan vazgeçmeyen insanların ilham veren yaşam öyküleri…

Eşi ve çocukları ile aşk dolu sevgi dolu bir hayat yaşayan bir kadın. Aniden gelen korkunç bir trafik kazası sonucu eşini kaybediyor. Bekar bir anne olarak yaşamla baş etmesi gerektiğinin bilinciyle çocuklarını büyütmek için hayatını yeniden düzenliyor ve hemen birkaç gün sonra işine, hayatına kaldığı yerden devam ediyor. Müthiş hayranlık verici geldi bana.

Meme kanseri ile savaşırken eşi tarafından terk edilme acısı da eklenen bir kadının pes etmeyerek yaşamaktan vazgeçmemesi. Tek başına meme kanserini yenmesi ardından aşk ile canlanması, hayat bulması, tekrar kadınlığını keşfetmesi..

Lily Thomas : 15-16 yaşlarında lise öğrencisi genç kız. okul derslerinde başarılı ve başarılı bir kayak sporcusu.
Bill Thomas : Lily nin babası. İşadamı, ilgili bir aile babası.
Jessie Matthews : Sinir cerrahı. Başarılı, çalışkan bir doktor, dört çocuk annesi, eş
Carole Anders : başarılı bir kilinik psikolog. Güzel bir kadın, eş.
Joe :  Bill in arkadaşı, işadamı

Dikkatimi çekenler ;
* Kayak merkezinde telesiyej kablosu kopuyor. İnsanlar ölüyor, yaralanıyor. Kimsenin aklından işletmenin bir ihmali var mı? diye geçmiyor. İşletmeye de, denetimleri yapan devlet kurumlarına da tereddütsüz bir güvenleri var. Ne kadar şanslı insanlar. Güven içinde yaşamak ne büyük nimet.
* ‘Çocuk 18 yaşına geldi. Hala çamaşırlarını annesi yıkıyor’. Bu duruma şaşırıyorlar. Tuhaf karşılıyorlar. Çocuklarını ne kadar güzel bir sorumluluk duygusu ile büyütüyorlar. İnsan hayran kalıyor. Lise çağlarında çocukların pek çoğu yaz tatilinde çalışıyorlar. Çocuk kamplarında danışmanlık, büro elemanı, yüzme öğretmenliği, v.s gibi işler..

Altı Çizilenler ;


                                

9 Kasım 2018 Cuma

FAHRENHEİT 451 – RAY BRADBURY

Ta 1950 li yıllarda yazılmış. Yazarın öngörüsü çok yüksek. Bravo valla.

Yazdığı distopya, ne yazık ki, ne hazindir ki biraz farklı bir şekilde de olsa yaşadığımız bu dönemde dünyanın pek çok ülkesinde gerçekleşme yolunda. 

Artık dünyanın pek çok ülkesinde cehalet, egemenliği ele geçiriyor. Edebiyattan, kültür sanattan, özgürlükten nefret eden/eder hale getirilen kitlelerin desteğiyle tabi ki. İnsan tarihinin nasıl bir dönemine denk geldik. Şansımıza bak. :)

Daha geçenlerde Brezilyada, insan haklarını, kadın haklarını aşağılayan, ırkçı, Hitler sevdalısı bir adam, yüzde 55 oy olarak başkan seçildi. Buna benzer adamlar dünyanın pek çok ülkesinde iktidara  geliyor artık. Hem de halkın büyük çoğunluğunun desteğiyle. 

Kitap okumayan, cahil/cahilleştirilen insanların beynini yıkamak kolaydır. Çoğunluğu böyle insanlardan oluşan bir toplumu da diktatörlerin yönetmesi kolay hale gelir. Kitapta anlatılan hikayede de kitap okumak, evde kitap bulundurmak en büyük suçlardan. İtfaiye teşkilatının en önemli görevi, kitapları yakmak. İnsanlar, duvarları dev ekranlarla kaplı evlerinde sadece televizyon izleyebilirler. İzledikleri yayınlar, haberler, diziler de tabi ki devlet/iktidar  kontrolünde yandaş yayınlar. Böylece insanlar düşünmeyen, sorgulamayan, beyni uyuşturulmuş varlıklar haline dönüştürülüyorlar. Bu sayede diktatörler/ oligarşi, iktidarını kolayca sürdürebilir hale geliyor.

Montag
Mildred
Yüzbaşı Beatty
Clarisse McClellan
Faber
Granger

Altı Çizilenler :

Mildred - “O benim için bir hiç; kitapları olmamalıydı. Onun sorumluluğuydu, bunu düşünmeliydi. Ondan nefret ediyorum. Senin kanına girdi ve şimdi bir bakacaksın ki sokaktayız, evimiz yok, işimiz yok, hiçbir şeyimiz yok.”
Montag - “Sen orada değildin, görmedin,” dedi Montag. “Bir kadının yanan bir evde kalmasına yol açtıklarına göre, kitaplarda bir şeyler olmalı… hayal edemeyeceğimiz bir şeyler; orada bir şeyler olmalı. İnsan bir hiç uğruna kalmaz.” / sf:72

Yüzbaşı Beatty - Hepimiz birbirimize benzemeliyiz. Anayasa’nın dediği gibi, herkes hür ve eşit doğmaz ama herkes eşit hale getirilir. Her insan diğer herkesin suretidir; o zaman herkes mutlu olur çünkü sinmelerine yol açacak, kendilerini kıyaslayacakları dağlar yoktur. Yani! Yandaki evde bulunan bir kitap, dolu bir tabancadır. Yak onu. Silahın mermisini al. Adamın zihnine zorla gir. Okumuş adamın hedefinin kim olacağını kim bilebilir? Ben mi? Onları bir dakika bile midem kaldırmaz. Böylece, sonunda tüm dünyadaki evler yangına dayanıklı hale getirildiğinde itfaiyecelerin eski işlerini yapmasına gerek kalmadı. Onlara bu yeni iş verildi… iç huzurumuzu koruma, aşağı olmaya karşı duyduğumuz anlaşılır ve haklı korkuya yönelik odağımızı koruma görevi verildi; resmi sansürcü, yargıç ve infazcı oldular.

Yüzbaşı Beatty -- Uygarlığımız öyle büyük ki azınlıklarımızın canını sıkamayız, ayaklanmalarına mahal vermeyiz. Bu ülkede en çok ne istiyoruz? İnsanlar mutlu olmak istiyor. Onları sürekli hareket halinde tutmuyor muyuz… onlara eğlence vermiyor muyuz? Hepimiz bunun için yaşıyoruz değil mi? Zevk için, heyecan için? Kültürümüzün bunları bol bol sağladığını da kabul etmelisin. / sf: 79-80

Yüzbaşı Beatty -- Bir insanın siyasi açıdan mutsuz olmasını istemiyorsan, bir meseleyi iki farklı açıdan sunma ki kaygılara kapılmasın; tek bir açıdan sun. Daha da iyisi, hiçbir açıdan sunma. Hükümet verimsizse, kadroları fazla şişkinse ve vergi manyağıysa, insanların onunla ilgili kaygı duymasındansa hükümetin bunların hepsi birden olması daha iyi. Huzur, Montag. İnsanlara en popüler şarkıların sözlerini, eyalet başkentlerinin isimlerini veya Iowa’da geçen sene ne kadar mısır yetiştiğini hatırlayarak kazanacakları yarışmalar vereceksin. Onları yanmaz verilerle dolduracaksın, “gerçekleri” boğazlarına tıkıştıracaksın, öyle ki kendilerini tıka basa doymuş ama onca veri sayesinde kesinlikle ‘zeki’ hissedecekler. O zaman düşündükleri hissine kapılırlar. Hareket etmedikleri halde hareket ediyormuş gibi hissederler. Ve mutlu olurlar, çünkü o türden gerçekler değişmez. Onlara bir şeyleri yorumlamaları için felsefe veya sosyoloji gibi kaygan zeminli şeyler vermeyeceksin. O yol melankoliye çıkar. /sf:82

Faber -- “Kitapların hindistancevizi veya yabancı bir diyardan gelen bir baharat gibi koktuğunu biliyor musun? Küçükken onları koklamaya bayılırdım. Tanrım, bir zamanlar öyle çok güzel kitap vardı ki… biz onları bırakmadan önce.” Ben gidişatı çok önceden gördüm. Bir  şey demedim. …. Kitapları itfaiyecileri kullanarak yakan sistemi sonunda kurduklarında da birkaç kez homurdandıktan sonra duruldum., çünkü artık benimle birlikte homurdanan veya bağıran kimse kalmamıştı. Şimdiyse çok geç.

Faber – …  Ama düşünmeye zamanımız oluyor mu? ya saatte yüz altmış kilometreyle araba sürüyorsun ve tehlikeden başka bir şey düşünemiyorsun ya da oyun oynuyorsun veya bir odada, dört duvarlı televizyon alıcısıyla oturuyorsun. Ki onunla tartışamasın. Neden? Televizyon alıcısı ‘gerçektir’. Anlıktır, boyutu vardır. Sana ne düşüneceğini söyler, bangır bangır kafana sokar. O haklı olmalıdır. Öyle haklı görünür ki. vardığı sonuçları sana öyle peş peşe söyler ki zihninin itiraz etmeye, ‘ne saçma’ demeye vakti olmaz. /sf:106

Granger – Dinlemezlerse beklememiz gerekecek. Kitapları çocuklarımıza sözlü olarak aktaracağız ve onların da başkalarına aktarmak için beklemelerine izin vereceğiz. Bu yöntem uygulanırken birçok şey yitirilecek tabii. ama insanları dinlemeye zorlayamazsın. Kendilerine uygun zamanda , ne olduğunu ve altlarındaki dünyanın havaya uçmasının sebebini merak ederek bizim gibi bakmaya başlamaları gerek. Şimdiki durum sonsuza dek süremez. / sf:180

3 Kasım 2018 Cumartesi

OYUNBAZ – Wulf Dorn


Müthiş bir gerilim. Nefes kesici. Psikolojik gerilim sevenler için çok güzel bir roman.

Bir yandan heyecan içinde katil kim acaba diye düşünürken öte yandan şizofreni, çoklu kişilik bozukluğu, ebeveynlerin çocukları kötü yetiştirmelerinin insan ruhunda ne kadar büyük yaralar açabildiği üzerine düşünüyorsunuz.

Jan Forstner – Dr. Psikiyatrist
Carla Weller – gazeteci –yazar
Volker Nowak – gazeteci
Felix Thanner – papaz
Stark –polis
Jana Hardner –

Kitaptan ;

İnsan, onlar gibi normal biri olduğunu başkalarına gösterebilmek için kendini gizlemek zorunda kalınca gerçeklik duygusunu kolaylıkla yitirebiliyordu.”

“Normal hayatlar süren normal insanların yaşadıkları, anormal yaratıklara yer olmayan dünyadan, üzerine kilit vurularak ayrı tutulmalıydı sanki.”

“Gözlemleyen kişi kontrolünü kaybetmezdi ve kontrolünü kaybetmeyen kişi her zaman çok önemli şahsiyetlermiş gibi ortalıkta dolaşan kibirlilerden çok daha üstün insanlar olurlardı.”

 “Siz hiçbir zaman karanlığa bakmadınız, yani gerçek anlamda bakmadınız. Orada bütün siyahların iç içe geçtikleri sanılır ama insan oraya ne kadar uzun bakarsa içinde o kadar çok şey görür.”

Kitabın Yazarı: Wulf Dorn
Orijinal Adı: Dunkler Wahn
Çeviren:  Regaip Minareci
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Kitap Türü:  Psikolojik, Gerilim, Korku
Yayınlandığı Yıl: 2014
Sayfa Sayısı: 384

21 Ekim 2018 Pazar

HAYAT İŞTE BÖYLE GEÇİP GİDİYOR – HASAN CEMAL


Kitabın sunuşunda, sevgili Hasan Cemal, şunu söylüyor ; “Bu kitapta kendimi anlatıyorum. Ama kendimi anlatırken, kendi kendimle kim bilir kaçıncı kez yüzleşirken yalnız dünü değil bugünü de yazıyorum. Çünkü bu alem memlekette geçmiş bir türlü geçmiş olamıyor, tarih bir türlü tarih olamıyor. Ve tarih her zaman paçamızdan çekmeye devam ediyor”

Sevgili Hasan Cemal in 13. kitabıymış bu kitap. Hayatını, ailesini, 50 yıllık gazetecilik serüvenini, Türkiyenin son 50 yılına damgasını vurmuş politikacılarını içtenlikle anlatıyor. Sanki karşısında oturmuş huşu içinde onu dinler gibi okudum. Su gibi aktı gitti.
Namuslu, vicdanlı, demokrat bir güzel insan, çok değerli bir gazeteci yazar sevgili Hasan Cemal. Her yazısını zevkle okuduğum, çok etkilendiğim bir yazar. Devleti yönetenlerin başdanışmanı olması gerekirken bir gazetede bile yazamaz hale getirildi. Çok yazık. Böyle değerli insanların kenara itilmesi ne büyük kayıp bu ülke için.



Altı Çizilenler ;

          “73 yaşındayım. 48 yıldır gazeteciyim. Hiç bu kadar mutsuz olmadım. Hukuk ve özgürlüğün hiç bu kadar ayaklar altına alındığına tanık olmadım.”

          “Kimse kaderiyle ölmüyor buralarda… Kaderinle ölmek buralarda lüks.”

          “Bitti mi yolculuk?”  “Daha bitmedi, çünkü tarih bir türlü tarih olamıyor bu memlekette…….Hep eksik bi’şeyler vardır hayatta.”

          “Ben gazeteciyim. Dünyanın ve Türkiye’nin hallerinden, güncel olandan bir türlü kopamıyorum. Sanki hep filmin sonunu görecekmişim gibi yaşamak benim hayat tarzım olmuş. Filmin sonu ne mi? Özgürlük, demokrasi, barış…Şu günlerde hepsi benim dünyama o kadar uzak ki…”
           “Babam, Cumhuriyet’e ilk kez geliyordu; 77 yaşındaydı, canı çok sıkkındı, iş arıyordu.
Babam hiç emeklilik yaşamadı. 1980’de 80 yaşında ölünceye kadar çalıştı. Almancasıyla yaptığı ticari çevirilerden, kendi deyişiyle mütercimlikten kazandı bütün hayatını. Bizleri büyüttü, yetiştirdi. Cemal Paşa’nın en büyük oğlunun kendi evi olmadı. Hep kirada oturduk."
           "Ölümünden birkaç yıl önce, 1977 olabilir, çat kapı gazeteye gelmişti. Hiç yapmadığı bir şeydi bu. Cağaloğlu’nda, Cumhuriyet gazetesi mutfağındaki sekreterlik, muhabirlik yıllarımdı. Şaşırmıştım. Gazeteye ilk defa geliyordu. Orta katta boş bir yazar odası bulup, çayla, kahveyle ağırlamaya çalışmıştım sevgili babamı. Canı çok sıkkındı. İş arıyordu. 77 yaşındaydı.
Karaköy’de bir iki yere girip çıkmıştı ama ona göre iş yoktu. “Beybaba, çalışmak için fazla yaşlısın!” demişlerdi. Bunu söylerken yüzüme bakamamıştı. Ben de çaresizliğimi içime akıtmıştım."
           "Cemal Paşa’nın, Tiflis’te öldürülmeden yaklaşık iki yıl önce oğlu Ahmet Cemal’e Kabil’den yazdığı son mektup da ;
“… Oğlum, sana ismimden başka miras kalacak hiçbir şeyim yoktur. Hiç beş paralık bir servete malik değilim…”
         “Babamın kaç ipi vardı hayatta; peki ya benim?
Babam Midilli’yi hiç gördü mü acaba, babası Cemal Paşa’nın 1872’de doğduğu bu güzel adayı? Ne bileyim, bir kadeh uzo parlattı mı Midilli’de?
Ne kadar da içine kapalı bir adamdı sevgili babam. Ben de ona benzedim galiba…
Babamın kaç ipi vardı hayatta?
Öğle vakti Midilli çarşısında buzlu uzosunu yudumlayan ihtiyarın acaba kaç ipi var hayatta? Peki ya benim? Siyaset… Futbol… Başka? Yoksa çok mu yoksulum?"
           “Annem ‘Cemal Paşa’nın gelini’ydi; belli etmezdi ama bundan hoşlanırdı”
Annem Ayşe Cemal’in bütün tahsili, Kadıköy’deki bir Fransız orta okulundan terkti. Arada bir çat pat Fransızca konuşmaktan hoşlanırdı.
Bu arada, Cemal Paşa ailesinin bazı fertleri tarafından kendisine bazen tepeden, biraz mavi kanlı edayla bakıldığını hisseder, canı sıkılır, fakat belli etmezdi.
Çok iyi bir ev kadınıydı. Hep kıt kanaat geçinmiş bir ailenin dar bütçesini idare edebilmişti. Babamın rakı sofrasını her zaman renkli kılmayı ve babamı erkek kardeşlerinin aksine evine bağlamayı başarmıştı.”

11 Ekim 2018 Perşembe

ÖZGÜRLÜĞE UÇUŞ – Delia Steinberg Guzman

Altı Çizilenler ;


  • İnsanın kendisi olması, varoluşa sıkıntılı bir şekilde kendini itmesi ve ulaşmaya bırakmasıdır. Hiç kimseye, hiçbir şeye ve hatta kendisine bile itaat etmemesidir.

  • Uzak olsa bile ulaşılması amaçlananı hiçbir zaman gözümüzün önünden ayırmadan günbegün coşkuyu sürdürebilmek için yeterli sabıra sahip olunmalıdır.



  • Bir çiçeği sulamakta veya sulamamakta özgürüz. Seçim yapabiliriz. Sulamazsak kendimizi özgür hissedebiliriz ama çiçeğimiz olmaz. Sularsak çiçeğimiz olduğu gibi onlara bakma yolunu bildiğimiz için daha pek çok çiçeğimiz de olabilir.
  • Yalnızca fiziksel rahatlama için değil özellikle psikolojik ve zihinsel anlamda da dinlenmek, “nefes almak” gerekir.  Çevremize ve iç dünyamıza doğru akıllıca bir bakış atmamıza imkan sağlayan bir dinlenme eylemi gerekmektedir.
  • Bizi ilgilendirmeyen şeylerden ötürü ya da ilgilenmeyi bilmediğimiz şeylerden ötürü yorulmaktayız. İşimizin arasında nefes almayı bilmemekten yoruluyoruz.
  • Temiz hava ile içimizi doldurmak, gökyüzüne bakarak ve onda kaybolmak, ateşin dansını ya da suyun akışını izlemek, bir bitkinin yapraklarını okşamak veya evcil bir hayvanla oynamak, sevdiğimiz insanlarla sohbet etmek, hayranı olduğumuz kitapları okumak bizi dinlendirir.
  • Dinlenmek, her şeyden önce, yorgunluğumuza değmeyen şeylerle kendimizi yersiz ve zamansız yormamaktır.
  • Varış noktasına ulaşmak için, birbirine benzer birçok adımın atılması gerekmektedir. Bu arada patikada her seferinde biraz daha ileriye ve biraz daha yukarıya doğru ilerlemekteyiz.
  • Hiç kimse bir başkasına, eksikliğini hissettiği kişisel dengeyi veremez. Yardım edebilir, tavsiye verebilir, doğru yola yöneltebilir. Ama herkes kendi yolundan yürümelidir. Bu, herkesin kendi başına kazanması gereken bir şeydir.
  • Büyümek isteyen kişi zorluğu neşe ile kabul eder. çünkü zorluk onun ilerlemeye devam etmeye hazır olduğunu gösterir.  Kolay olan şu anda zaten bana bağlı olandır, zor olan ise fethetmem gerekendir.

25 Eylül 2018 Salı

BİT PALAS –ELİF ŞAFAK


İlginç, değişik ve çok güzel bir roman..

Romanın ana karakteri - Bonbon Palas apartmanı ve sakinleri.. 
İstanbul da bir apartman. 88 no.lu. 10 daireli.. 
Dönem, 1960 -70 li yıllar gibi..
Apartmanın her dairesinde yaşayan insanlar… biribirnden farklı bambaşka yaşamlar…
bu insanların kişilikleri, takıntıları, korkuları, inançları, hayata bakışları, ilişkileri, v.s….
Apartmanın kendisi de bir roman kişisi gibi … 
Apartmanın geçmişi, eski sahipleri, v.s..
Anlatıcı - daha çok 7 numaradaki üniversite hocası…
Agripina Fyodorovna Antipova : apartmanın sahibi. 1920 yılında ekim devriminden sonra Türkiye ye kaçan generalin karısı. İstanbulda bir süre yaşadıktan sonra Fransaya yerleşiyorlar.
3 numara :  kuaför cemal&celal  -- Zıt mizaçlı ikiz kardeşler
Biri, çok konuşuyor. Diğeri, hiç konuşmuyor.
Hayatında bir kez bile hazırcevap olamamış, kimseye laf yetiştirmeyi becerememiş kuaför celal..
1 numara : kapıcı dairesi - Kapıcı Meryem, eşi Musa, oğlu Muhammet
4 numara : Ziya ve Zeren Ateşmizacoğlu ve çocukları - Aşırı evhamlı bir aile
Zeren – 56 yaş. – emekli kimya öğretmeni
Ziya Ateşmizacoğlu – 50 yaş. – aşırı evhamlı
Küçük kız - Zeliş Ateşmizacoğlu -23 yaş- aşırı evhamlı. Bu evhamlardan dolayı yüzü lekelerle dolu.
Abisi Zekeriya -33 yaş.
Büyük kızları Zeynep -31 yaş.
5 numara : Hacı hacı, oğlu, gelini ve torunları. Sürekli torunlarına masallar anlatıyor.
7 numara: üniversite hocası - Eşinden boşanmış tek yaşıyor. Çapkın, yakışıklı.
8 numara : Mavi metres - 22 yaşında , bakımlı, seksi.
6 numara: Metin Çetin ve karısı Nadya.
2 numara : Üniversite öğrencisi Sidar ile köpeği Gaba.
9 numara : Hijyen Tijen ile kızı Su - Kronik düzeyde temizlik hastalığı olan 
10 numara : Madam teyze - Hiçbir şeyi atamayan her şeyi biriktiren çöp ev sahibi.

Kitaptan ;

“İnsanı kirleten ağzına giren değildir. Ağzından çıkandır insanı kirleten.”

“Gelenekçi kadınların temizlikleri, evin düzenini korumak adına yapılan bir faaliyet değil, düzenin ta kendisidir…”

“Mesele de buydu zaten, bu aynılık…

Çünkü yerleşmek üzere yeni, yepyeni bir yere gidip de, eski hayatının solgun çehresiyle karşılaşmak orada, hayal kırıklığı yaratır insanda.”

“Bir insanın acısını yürekten paylaşabilmemiz için, bizimle aynı hakikati paylaşıyor olması gerekir öncelikle.”

“Ölüme bunca yakın olan yaşlılarla ölüme bunca uzak olan çocukların intiharları kadar kafa karıştırıcı bir şey yoktur.”

“Korkunun bile bir son merhalesi, doyma noktası vardır. Evhama gelince, o dipsiz bir kuyunun ağulu suyudur. Ne bir doz aşımı, ne de kendine özgü bir panzehiri vardır. Korkunun kaynağı ne kadar somut ve malum ise, bir o kadar soyut ve müphemdir evhamınki de. Bu yüzden insan, niçin korktuğunu zorlanmadan tespit edebildiği halde, tam olarak neden ötürü hep böyle evhamlı gezdiğini saptayamaz.”

”…haklı olabilirler. Endişelenmeye başladığımda, nerede ne zaman ne söylemem gerektiğini karıştırdığımda, insanların bakışlarından korktuğumda, insanların bakışlarından korktuğumu belli etmemeye çalıştığımda, tanımak istediğim birine kendimi tanıtmak istediğimde, aslında kendimi ne kadar az tanıdığımı bilmezden geldiğimde, geçmiş canımı yaktığında, geleceğin de daha ala olmayacağını kabullenemediğimde; ne bulunduğum yerde ne de göründüğüm insan olmayı içime sindirebildiğimde… saçmalarım. Hakikatten ne kadar uzaksa, yalandan da o kadar uzaktır saçmalık. yalan, hakikati tersyüz eder. Saçmalık ise, yalanla hakikati ayırt edilemeyecek biçimde birbirine lehimler.”
------------------------------------

          Kendisiyle yapılan bir röportajda Elif hanımın söylediği şu sözler çok çarpıcı geldi bana ;
"Bu yüzden kitaptaki temalardan biri de iç–dış ayrımı. Mesela romanda apartmandakileri sürekli rahatsız eden bir çöp kokusu var. Ama o çöp kokusunun dışarıdan geldiğinden çok eminler. Çünkü hep dışarısıdır ya pisliğin, belirsizliğin, tekinsizliğin alanı.
Nedense kendi durduğumuz yeri öyle tanımlamayız."


16 Eylül 2018 Pazar

bir hayat bir hayata değer - AHMET ALTAN



"Bence ya hep ya hiç olmalı! Bir hayat başka bir hayata değer. Ben sana hayatımı veriyorsam, sen de bana hayatını vereceksin... Hem de artık bir daha pişmanlık duymadan, onu geriye de almadan, diye düşünürüm. Yoksa hiçbir şey olmasın daha iyi."

Sevgili Ahmet Altan dan harika bir kitap.
Ahmet Altan ı okumayı çok seviyorum. Her yazısını, her kitabını okumaktan keyif alıyorum.
Geçmişten bugüne okumaktan keyif aldığım yazarlar listesinde yerini koruyan ender birkaç yazardan biri.
Bir deneme kitabı. Bunu da büyük keyifle okudum. Altını çizdiklerim o kadar çok oldu ki. nerdeyse tüm kitabın altını çizecektim.
Tarihi kişiler, ünlü edebiyat yazarları, sanatçıların özel yaşamları, şaşırtıcı sırları, aşkları, hayal kırıklıkları, zayıflıkları.. 
insanın, erkeğin, kadının doğası, duyguları...
aşkın güzelliği, karanlık tarafı, v.s..

insan ruhunun efendisi Tolstoy..
Dostoyevski –Suç ve Ceza - Raskolnikov
Turgenyev – Babalar ve Oğullar – Bazarov
Alexandre Dumas - Kamelyalı Kadın
Gustav Flaubert - Madam Bovary


















30 Ağustos 2018 Perşembe

DÖNÜŞÜM –FRANZ KAFKA

Kafka nın okuduğum ilk kitabı oldu.  Pek beğenmedim valla. Sarmadı hiç. Uzaktan hayranlıkla baktığım bir yazardı oysa. :) umarım diğer kitaplarında hayal kırıklığı yaşamam.
Kapitalizm in acımasızlığı, yabancılaşma .. üzerine düşündürüyor. Çok çalışırsan, üretirsen, yararlı olursan, sistemin bir çarkı olarak görevini yaparsan varolursun. Yaşamana izin verilir. Sana değer verilir. Aksi halde değersiz bir böcek olarak görülürsün ve bir çöp gibi dışarı atılırsın.
Kafka nın yazdığı zamanlar, kapitalizmin en acımasız uygulandığı yıllar.

21 Temmuz 2018 Cumartesi

DOKUZDOLAMBAÇ – Nagihan Şahin


“Atmacanın gözlerine bir kez baktım. Atmacanın gözleri insan gözleri gibi anlamlıydı. Atmacanın gözlerinde gördüğümü sandığım anlam korkunçtu. Kafesin önünden bir daha geçmedim. Büyüyüncede. Hiçbirinin hem de.”

Bunun benzerini ben de yaşamıştım yıllar önce. Hayvanat bahçesinde Gorille göz göze gelmiştik.  İnsan gözü gibi görünmüştü bir an bana da. Acısını ta içimde hissetmiştim. Bir daha asla o kafeslerin olduğu işkencehanelere gidemedim.
Yazılarını severek okuduğum https://mavikalemdekiler.blogspot.com/
blogunun sahibesi, blogger yazar  Nagihan Şahin hanım’ın yayınlanan ilk kitabı sanırım. Daha önceki bir kitabını ne yazık ki emek hırsızlarına kaptırmıştı. Çok üzücü bir şey olsa gerektir. Umarım bu kitabın mutluluğu yazarın o üzüntüsünü tamamen yok eder.

Bazen düşündüren, bazen gülümseten etkileyici hikayeler. Hikayelerin kimi İzmir ve çevresinden insan hikayeleri gibi olsa da, pek çoğu zamansız ve mekansız gibi.  Normalde öykü kitaplarına elim pek gitmiyor nedense. Ama bu öykü kitabını çok beğendim. Kimi kısa, kimi uzun hikayeler. Kitabın ismi aynı isimli bir öyküden seçilmiş. “Dokuzdolambaç”.

iyi ki almışım, iyi ki okudum dediğim kitaplardan biri oldu.
Birkaç  sayfalık kısacık öykülere koca hayatlar sığdırmak. Öykü anlatıcısı yazarların muhteşem becerileri.
Bazı yerlerde anlatıcı kim yahu?, erkek mi, kadın mı, o muydu, bu muydu, karşısında konuştuğu kişi var mı, kendi iç sesi mi, bulunduğu yer neresi, hangi zaman, v.s anlamak baya zaman alıyor. Bazen de anlamıyorsun. J
Oğuz Atay, Marquez hikayeleri gibi.  erkek veya kadın, buralı, oralı , şu ülkeden bu ülkeden bir önemi yok gibi. İnsan işte.. insanlar işte…

Yazarı anlatan kısım hem çok kısa olmuş hem de yazı fontu çok küçük olmuş. Arka kapak yazısını da okumakta güçlük çektim. Hem fontu küçük hem yazı-zemin rengi nedeniyle.   

Bazı öykü kişileri ;
Nimfeya -- sihirbazın kızı -- Kendini yeniden yaratmak için, kendine istediği şekli verebilmek için ölümcül acılar çekmeyi göze alabilen cesur kız..
Mihael Jiro – Barbaros
Narda  - bu isim tanıdık geliyor sanki ama çıkaramadım şimdi . J
Arzen
Barış
Latua Han
Wang
Ni-san
Kitaptan ;




13 Temmuz 2018 Cuma

Çavdar Tarlasında Çocuklar - J. D. Salinger - Çeviren: Coşkun Yerli



Kızımın kitapları arasında görüp aldım. Okumaya başladım. Pek beğenmedim. Ergen çağlarında liseli genç, erkek bir çocuğun günlüğünü okuyoruz sanki. Bol argo sözler var. 
1940 lı yılların Amerikası. Biraz serseri, biraz asi ruhlu, biraz kitaplarla arası iyi, biraz sorumsuz bir çocuğun, yetişkinlerin dünyasına, ikiyüzlülükler, sahtekarlıklarla dolu günlük hayata, “normal” hayata isyan eden bir genç çocuğun günlüğü gibi geldi bana.
Hiç beğenmedim dedim kızıma. Nerden aldın dedim. Bu, çok ünlü bir kitap dedi. Google de biraz baktım. Vay ne kadar da ünlüymüş. Şaşırdım. Bana çok basit, sıradan geldi.
1950 li yıllarda Amerika da pek eyalette ahlak dışı bulunduğu için uzun süre yasaklı kalmış. Sonraları bir başyapıt olarak değerlendirilmiş.
Kitabın ismi de alakasız geldi bana.  
kitaptan ;





10 Temmuz 2018 Salı

KENDİ EVEREST'İNİZE TIRMANIN – Nasuh MAHRUKİ

"Hayatın içinde kendi yerinizi arayın."
Kitabın baştan sona ana mesajı bu.
Dağcılıkta ve arama-kurtarma çalışmalarında çok önemli başarılar göstermiş çalışkan ve gayretli bir adamın insana ilham veren yaşam öyküsünden kesitler, çok önemli önerilerde, tavsiyelerde bulunuyor. Tavsiyeler çok güzel. Uygulanabilir. Gerçekçi.






                                                          Altı Çizilenler ;





27 Haziran 2018 Çarşamba

DÜNYA AĞRISI - AYFER TUNÇ


Yazarla tanışma romanım. Ayfer TUNÇ u şimdiye kadar okumadığıma üzüldüm. çok güzeldi. Çok etkilendim. Zaman zaman çok hüzünlendim.
Yalnızlık … Yabancılaşma..  Tutunamamak…
Bir tutunamayan adam hikayesi “dünya ağrısı”. 
“dünya ağrısı” – ne kadar güzel bir ifade. Çok sevimli geldi.
Mürşit' te bazen kendimi gördüm. Bazen genç oğlunu kaybeden kardeşimi, bazen eskilerden çok sevdiğim bir arkadaşımı gördüm. 
Böyle bir toplumda “normal” bir insan olmak çok zor. Hassas ruhlar için çok daha zor. 
Kötülüklerin, ikiyüzlülüklerin, sahtekarlıkların, kurnazlıkların çok “normal” algılandığı bir topluma uyum sağlamak, onlar gibi “normal” olmak çok zor geliyor bazı insanlara. Mürşit te bunlardan biri.
Umarsız insanlar keyifle yaşarlarken, Hassas ruhlar, dünya ağrısı çekerler.

Kendisi ile hiç yakınlığı olmayan insanlara bile adaletsizlik, haksızlık, eşitsizlik yapılması, sömürülmesi, temel insan haklarından mahrum bırakılması hassas ruhlarda “dünya ağrısı” oluştururken, umarsız insanların hiç umurunda olmaz. Böyle şeyleri görmezler, haberleri bile olmaz. Böyle haberleri veren kaynakları izlemiyorlardır çünkü. Bunların yerine oturup saatlerce survivor izlerler. İçinde yaşadığı çoğunluk ta zaten aynı programları izliyor. Dünya ağrısından uzak, çoğunluğun bir parçası olmanın keyfi içinde yaşıyorlar..  











12 Haziran 2018 Salı

İSKENDER - ELİF ŞAFAK


Elimden bırakamadım. Bulduğum her fırsatta kitabı elime aldım. 
Çok etkileyici, sahici, gerçekçi bir hikaye. Ellerine yüreğine sağlık Elif Şafak..
Fırat Nehri kenarında, Urfa civarlarında  bir Kürt köyü , İstanbul , Londra..
Bir ailenin tarihi. 70 li yıllarda İngiltereye göç etmiş bir Kürt-Türk ailesinin göç hikayesi. Pek çok defa gözyaşlarımı tutmakta çok zorlandım.
Göç, çok kimliklilik, kimliksizlik..
Aile, aidiyet duygusu, kimlik sorunları, ırkçılık…
İçine doğduğumuz aile, coğrafya..
Gurbet acısı, gidenler, kalanlar…
Ataerkillik …
kaybolmuşluk duygusu içindeki genç kuşak göçmenler,  fırsattan istifade bu çocukları ağlarına almaya çalışan radikal dini örgütler….
İntihar süsü verilmiş töre  cinayetleri..
Ailelerimize, insanlarımıza, farklı kültürden insanlara, yaralarımıza, geleneklerimize, gerçekliklerimize ayna tutuyor.
Bese (Cemile Yeter)   -  İkizi - Bext (Pembe Kader)
Berzo     -  Naze
Esma – İskender – Yunus
Elias..

Altı Çizilenler ;

-          “En çok neye deli oluyorum biliyor musun?  Bu ırkçıların tutup ırkçı olmadıklarını iddia etmelerine. Biz realistiz diyorlar. Yalana bak!”
-          Bütün ırkçılar yalancı olmak durumunda zaten? Başka nasıl inanır ki insan herkesten üstün olduğuna? / sf: 278

Elias- hiçbir toprak parçasına bağlılık duymadığı için her yerde yaşayabilirdi o. Belki de farkında olmadan bir hava bitkisine dönüşmüştü. Kökleri olmadığından değil, ama topraktan ziyade havaya bağlı olduğundan. /sf : 380

Zişan diyor ki, “Her zaman kendi içine bakmak en emin yol. Başkalarıyla uğraşmayı bırak. Her gazap, her kahır ağır bir çanta. Niye taşıyasın ki? at onları. Sıcak hava balonu gibi hayat. Yukarı mı gitmek istersin, aşağı mı ? hiddeti, intikamı, rekabeti bırak. Torbalardan kurtul.” / sf: 402

Pembe – boşanma davası açacaktı. Bunu ne Elias ne başka bir erkek uğruna yapacaktı. Bir kez geliyordu insan dünyaya. Ve muhabbetsiz bir yuva istemiyordu artık, dolu dolu yaşamak istiyordu, dürüst ve dobra. Adem belki üzülecekti bu karara ama şaşırmayacaktı. Hatta bu zorlu adımı  atan kendisi değil Pembe olduğu için rahatlayacaktı. İçtenlikle anlatırsa oğlunun da kendisini anlayacağına inanıyordu. /sf: 410

1 Nisan 2018 Pazar

Cehennem – Dan Brown

Çok sürükleyici, heyecanlı, gerilimli …
Arka planda bol bol tarih, sanat tarihi ile ilgili bilgiler öğreniyorsunuz. Dünya nüfus artışı, genetik bilimi, biyolojik terör, v.s üzerine düşünüyorsunuz. 
Olayların yaşandığı yerler : Floransa – Venedik – İstanbul


Prof. Robert Langdon
Sienna Brooks
Bertrand Zobrist

1300 lerin başında yaşayan floransa – İtalya lı olan Dante’ nin “İlahi Komedya” sından “Cehennem” eseri, başrolde.
“İlahi Komedya” yı oluşturan diğer 2 kitap ; “Araf”, “Cennet”
İtalyan kültürünün temel taşlarından biri sayılıyormuş ve de İncil den sonra en fazla alıntı yapılan esermiş. 
Ressam  Sandro Botticelli nin de bu eserden  esinlenerek yaptığı ünlü resim, “cehennem haritası” ,
Olayların yaşandığı ve anlatılan tarihi eserler ; Venedikteki, Dükalar Sarayı” ve “ San Marco Bazilikası”
İstanbul daki - Ayasofya, Sultanahmet Camii, Yerebatan Sarnıcı, Mısır Çarşısı ve Galata Köprüsü 

Kitaptan ;

14. yy da İtalyan edebiyatı usülen iki kategoriye ayrılmıştı. Yüksek zümre edebiyatını temsil eden trajedi, resmi İtalyanca ile yazılıyordu.
Aşağı zümre edebiyatını temsil eden komedi ise günlük dilde yazılıyor ve halka hitap ediyordu.
“ilahi komedya” , günlük dilde yazılmıştı. /sf:107

Botticelli nin “Venüs’ün Doğuşu” tablosu, 
Kuzenine yatağının başına asacağı, cinsel açıdan tahrik edici bir düğün hediyesi vermek isteyen Lorenzo de Medici’nin siparişiyle yapılmıştı. /sf:123

“Medici” ler -- 15, 16 ve 17. yüzyıllarda Floronsa siyasetini elinde tutan ünlü hanedan.
Michelangelo, Medicilerin insanlığa en büyük hediyesi.

Hiçbir şey, amacı olan bir dehadan daha yaratıcı, daha yıkıcı değildir.
Cehennemin en karanlık yerleri buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır. / Dante

Botticelli – ressam – en önemli eserleri : “Venüs’ün Doğuşu” ,  “Primavora”

Venedikte turistleri çeken iki önemli yer bulunur ;
Dükalar Sarayı” ve “ San Marco Bazilikası” (venedikteki en büyük kilise)
Bu mekanlar dükalar tarafından yaptırılmıştı. /sf:344

Venedik dükaları, MÖ 687 yılından itibaren 1000 yıl boyunca Venedik i yönetmiş.

Kitapta adı geçen sanat eserlerinden ;
Sandro Botticelli tarafından yapılan La Mappa dell'İnferno (Cehennemin Haritası)

                                                               Dante’nin ölüm maskesi

                                        Botticelli'nin ünlü Venüs'ün Doğuşu tablosu